Sabır, acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, dinin ve aklın gösterdiği yolda sebat etme gibi manalara gelir. Kur’an-ı Kerim’de yetmişten fazla ayette zikredilmektedir. Cenab-ı Hak ayet-i kerimelerde şöyle buyuruyor: “Allah sabredenlerle beraberdir.” “Asra and olsun ki; insanlar hüsran içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”
Kâinatta var olan her şey bir hikmete ve kanuna tabidir. Dünyadaki her bir şeye, bir merdivenin basamakları gibi bir düzen ve sıralama yerleştirmiştir. Buna uygun hareket etmek de sabırla mümkündür. Örneğin bir ekmeğin soframıza gelmesi için tarla, harman, değirmen ve fırın sıralamasına uymak lazımdır. Eşyadaki bu basamakları temkinli bir şekilde, acele etmeden çıkmak gerekir. Hırs gösteren sabırsız adam bu basamaklara riayet etmezse, atlar düşer veya amacına ulaşamaz, hüsrana uğrar.
Meselâ, mühim bir netice için birisini hırsla beklersin. “Aman gelmedi, aman gelmedi” deyip, en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin. Bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o önemli netice bozulur.
Sabır, sıkıntı ve zorluklara bir çaredir ki: “Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” denmiştir. İnsan üç sabır ile mükelleftir. Taat üstünde sabır, masiyetten sabır ve musîbete karşı sabırdır. Taat üstünde sabır, insanin emredilen salih amel ve ibadet konusunda usanç duymaması, nefsinin bütün itirazlarına, şeytanın bütün oyunlarına karşı taviz vermeden daima ilerlemesidir.
Geçmiş günlerdeki ibadet yükünü, meşakkatini ve musîbet zahmetini bugün düşünüp muzdarip olmak; hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve hizmetini bugün yapılacak gibi tasavvur edip sabırsızlık göstermek akıl kârı değildir. Madem hakikat böyledir. Akıllı olan, ibadet cihetinde yalnız bugünü düşünür. “Bu günümün bir saatini, ücreti pek büyük, zahmeti pek az; hoş, güzel ve yüce bir hizmete sarf ediyorum.” der. O vakit o acı usanç, tatlı bir gayrete inkılâb eder.
Mâsiyetten sabır, günah işlememeye sabretmektir ve salih amel üzerine hayat sürmektir. İnsanı kötülüğe teşvik eden nefsinden başlayarak, toplum hayatının çirkin tarafı ve olumsuzluklarına kadar nice düşmanlara karşı direnmek ve bütün engelleri aşmakta azminden bir şey kaybetmemek sabrın ikinci cephesidir. İmandan sonra en ziyade esas tutulan şey, takvâ ve salih ameldir. Farzlarını yapan, büyük günahları işlemeyen kurtulur. Hem, az bir salih amel, bu ağır şartlar içinde çok hükmündedir.
Bir gün hasta biri Bediüzzaman’ın huzurunda: “Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım.” diye acı bir şikâyet etti. Bediüzzaman:
“Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi mesrur yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü’r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, yoka vücut rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Bütün sabır kuvvetini bu saate karşı kullan. Rahmet-i İlâhiyeyi ve manevi mükâfâtı ve fâni, kısa ömrünü uzun ve ebedi bir ömre çevirdiğini düşün. Bu acı şikâyet yerine ferahlı bir şükret.” dedi.
Musibete karşı sabır ise, hastalıklara, musîbetlere, doğal felaketlere, yokluklara, ölümlere, ayrılıklara karşı sabır göstermektir. İnsan kendisine verilen sabır kuvvetini kuruntu yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı yeterli gelebilir. Fakat kuşkuyla ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı ebedi düşünmesiyle, sabır kuvvetini geçmişe ve geleceğe dağıtıp, başındaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şikâyete başlar, yanlış yapar. Geçmiş herbir gün, eğer musibet ve bela ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; acısı gitmiş, geçtiği için lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şikâyet değil, belki acıların bitmesiyle geriye kalan lezzetinden dolayı şükretmek lâzım gelir. Musibete küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. İnsanın o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mesut bir ömür hükmüne geçer. Onlardaki acı ve sıkıntıyı daha gelmeden gelmiş gibi düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak akıllı insan işi değildir. Gelecek günler, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şikâyet etmek doğru değildir. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım.” diye bugün sürekli su içmek, ekmek yemek ne kadar yanlışsa, gelecek günlerdeki, daha gelmemiş musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan üzüntü duymak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir yanılgıdır ki, o kişi hakkında şefkat ve merhamet duygusunu yok eder. Nasıl ki, şükür nimeti ziyadeleştirir; öyle de, şekvâ musibeti, sıkıntıyı arttırır.
İnsan, sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa her musibete karşı gelebilir