Doğruluk denildiğinde ilk akla gelen yalan söylememek olsa da, sözünde olduğu kadar hâl ve hareketlerinde de doğruluk üzerine olmak çok önemlidir. İnsanlar arasında güven duygusunun oluşabilmesi için doğruluğun önemi çok büyüktür. Evet insan, biri tarafından kandırıldığında, o insana karşı güven duygusu sarsılır. Söylediği sözlerinden, yaptığı hareketlerinden şüphe duyulur. Güven duygusunun kırılmaması için, doğruluğu esas alarak hareket edilmelidir.
Sözlerin doğruluğu kadar, bunu fiil ve davranışlarla da göstermek o kadar önemlidir. Sigara içmenin ne kadar kötü olduğunu söyleyip, sigara içmek, o sözün hitap edilen şahısta hiçbir etki bırakmayacağı açıktır.
Her insanın iyi bir meslek, iyi bir iş sahibi olmak hayalidir; iyi bir doktor, iyi bir hakim, iyi bir mühendis, iyi bir eczacı. Bunlardan daha önemli olanı ise, iyi doğru bir insan olabilmektir. Hakim olup doğru kararlar veremiyorsa, doktor olup doğru tedavi uygulamıyorsa, vali olup insanların menfaati için değil, kendi menfaati için çalışıyorsa, iyi olmanın hiçbir kıymeti yoktur.
İslamiyet’in esası sıdktır, doğruluktur. İmanın bir özelliği de sıdktır. İnsanı iyiliğe, güzelliğe ve olgunluğa ulaştıran, doğruluktur. Yüksek ahlakın hayatı sıdktır. İlerlemenin ve gelişimin en önemli noktası sıdktır, doğruluktur. Ashab-ı kiramı bütün insanlığa üstün kılan sıdktır. Efendimiz’ i (asm) insanlık mertebesinin en yükseğine çıkaran yine sıdktır, doğruluktur.
Yüksek ahlak ve yüksek huyları hakikate yaklaştıran ve o ahlakı daima yaşattıran, ciddiyet ile doğruluktur. Eğer sıdk kalkıp araya kizb yani yalancılık girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o kişi de insanlara oyuncak olur.
Malûmdur ki, bir kişide bulunan yüksek ahlakın varlığından; haysiyet, şeref, ağırbaşlılık gibi; bayağı ve alçak şeylere tenezzül etmeye izin vermeyen yüksek haller meydana gelir. Bir kişide bulunan yüksek ahlak, kizb ve hile gibi alçak halleri reddeder.
Efendimiz’in (A.S.M.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir ihaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o Zât’ın yaratılışında, karakterinde bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı; mutlaka gençlik halleriyle dışarı vuracaktı. Halbuki bütün yaşını, ömrünü doğru çizgiden şaşmadan, dik duruşuyla, iffetle, intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir hâlini görmemişlerdir.
İnsan kırk yaşına geldiğinde iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk üzerindeyse, o hal huy haline gelir, daha değişmesi çok zordur. Bu Zât’ın (asm) tam kırk yaşının başında iken yaptığı o büyük inkılabı, cihana kabul ve tasdik ettiren, o Zât’ın (A.S.M.) öncesinde ve sonrasında herkesçe malûm olan doğruluk, sıdk ve emin, güvenilir olmasıydı.
Abdülkadir Geylani Hazretleri çocuk yaşta, annesinden Bağdat’a gitmek için izin ister. Annesi yanına kırk altın vererek izin verir. Yolda eşkiyalar kervanın önünü keser. Ne var, ne yok yağmalarlar. İçlerinden biri: ”Çocuk senin bir şeyin var mı?” diye takılarak sorar. Abdülkadir Geylani Hazretleri “kırk altınım var.” deyince şaşırır. Reisine haber verir. Reisi de aynı soruyu sorar ve aynı cevabı alır. Altınları neden saklamadığını sorar. Abdülkadir Geylani Hazretleri ‘’kırk altın için sözümü bozup yalan söylemem. Yalan söylemeyeceğime dair anneme söz verdim.’’ der. Bunun üzerine eşkiyalar hak yola girerek, kervandan aldıklarını da geri verirler.
İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, ihanet, gıybet; bunların hepsi Kur’an tarafından en şiddetli şekilde kınanmış, çirkin sayılmış ve bunlar, rezaletin tâ kendisi tanınmıştır. Diğer taraftan iyi niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, hoşgörü, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, barışçıl olmak, hakperestlik, her şeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimad ve tevekkül, Allah’a itaat; bunlar da, hakikî bir mü’minin başlıca özellikleri olarak gösterilmiştir.
Kizb ve sıdk, yani yalancılık ve doğruluk, iman ve küfür kadar birbirinden çok uzak ve ayrı olması gerektiği halde, gaddar siyaset ve zâlim propaganda aracılığıyla iç içe girip, karışıp insanlığın kemalâtını dahi karıştırmıştır. Bu zamanda, yalanın ve sıdkın, doğruluğun ortasındaki mesafe o kadar kısalmıştır ki, adeta omuz omuza vermişlerdir. Doğruluktan yalana geçmek, pek kolay hâl almıştır. Hattâ yalan, doğruluğa tercih edilir olmuştur. Elmas gibi değerli olan sıdk ve doğruluk, en çirkin şey olan yalanla, kizble aynı tezgâhta satılır olmuştur.
Her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Bazen gerektiğinde susmak, doğruyu söylemekten daha doğrudur. Fakat yalana fetva yoktur. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Çünkü niyetin hâlis olmazsa kötü tesir eder, hak yerini bulmaz.
İnsanlığın kurtuluş ve selâmeti yalnız sıdkla, doğrulukla olur. En sağlam ve onunla tutunulacak zincir doğruluktur. Hatta, önemli bir neden olsa dahi yalan söylemeye sebep olamaz. Hakikî bir Müslüman hayatı pahasına da olsa yalana tenezzül etmez. Hakikî Müslüman aldanır fakat aldatmaz. Geçici, kısa bir hayat için, doğruluktan şaşmaz, yalana yanaşmaz.
Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değil