Güzel huylardan biri olan cömertlik, el açıklığı, eldeki imkânları meşrû ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma eğilimidir. Cömert Farsça civân-merd kelimesinden Türkçeleştirilmiştir. Cömertlik kavramı İslâm ahlâkı literatüründe genellikle isar, sehâvet ve cûd terimleriyle ifade edilir.
Sehavet, belli bir miktarda makul bir cömertliktir ki, cömertliğin en alt mertebesidir. Cud, kişinin malının büyük bir kısmını dağıtması, kendisine çok az bir kısmının bırakmasıdır. İsar ise, cömertliğin zirve mertebesidir ki, kişinin kendisinin ihtiyacı olduğu halde ve sıkıntıya gireceğini bilebile, bir başkası veya başkaları için yaptığı fedakârlıktır.
İslâm dini, cömertliği bir fazilet olarak kabul edip yüceltmenin ötesinde, onu bencil duyguların tatmin vasıtası olmaktan çıkararak, Allah rızâsı ve insan sevgisinden oluşan ahlâkî bir değere kavuşturmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, malını Allah rızâsı için değil sadece insanlara gösteriş olsun diye harcayan kimselerin, bu davranışlarının ahlâkî değer taşımadığını, cömertliğin ancak insanlara iyilik etme ve Allah’a yakınlaşma niyetine dayalı olması gerektiğini vurgulamıştır.
Zengin bir müslümana sordular:
- Nasıl bu kadar zengin oldun?
- Allah’u Teâlâ ile yarıştım, öyle zengin oldum.
- Tövbe tövbe Allah ile nasıl yarıştın?
- O bana rızık verdi, ben O’nun bana verdiğini ihtiyaç sahiplerine verdim. O verdi ben verdim, O verdi ben verdim. En sonunda elbette Allah üstün geldi.
Hz. Muhammed (s.a.v) kestirdiği kurban için Hz. Aişe’ye “Ya Aişe, kurbanın etini dağıttınız mı?” diye sorunca, Hz. Aişe: “Kurban etini tümüyle ihtiyaç sahiplerine dağıttım, bize sadece bir but kaldı” der. Hz. Peygamber: “Hayır, ya Aişe! Bize kalan dağıttıklarındır.” diye cevap verir.
Allah sonsuz kerem ve ihsan sahibidir. Bu kerem ve ihsan, cömertlik şeklinde, canlılara özellikle insanlara yansır. Allah, her mevsimde çeşit çeşit nimetlerle, rızıklarla, sebze, meyve ve yiyeceklerle insanoğluna, sonsuz şefkatini, cömertliğini göstermektedir. O, güneşi, ayı, yıldızları ve kâinattaki birçok güzelliği cömertçe bizim istifademize sunmaktadır. Baharı erzak bulunduran bir vagon yapıp her sene tazeleyip, gaipten, bilmediğimiz bir âlemden yeryüzünü bir nimet sofrası yaparak yiyeceklerin en güzel çeşitleri ile doldurmak, meyveli ağaçları birer kap yapmak, bunları her mevsimde birçok defa tazelemek, hadsiz bir cömertliği gösterir.
Cömertlik ve israf arasında bir benzerlik var gibi görünse de aralarındaki fark dürüstlük ve sahtekârlığın aralarındaki fark kadar geniştir. Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden iyilikte, yardımda, ihsanda bulunma durumudur. İsraf ise, gereksiz bir şekilde para, mal, mülk, vakit harcamak, savurganlık etmek, tutumsuzluk etmek anlamlarını taşır.
Cömertlik, övülmüş çok yüksek bir haslet olduğu halde israf etmek ise yerilmiş, çok kötü bir haslet ve huydur. Gösteriş veya şöhret için yapılan cömertliğin, dinimizdeki sevap kazandıran, yüksek bir mertebe sayılan cömertlik ile ilgisi yoktur.
Kanaat eden, iktisat eder; iktisat eden bereket bulur
Bir Hadis-i Şerifte; “Cömertlik, dalları dünyaya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür. Cimrilik ise, dalları dünyaya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim de onun dallarından birine tutunursa, bu da onu cehenneme çekip sürükler.” buyrulmuştur.
İnsanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir şeklinde yaratan Zât, ağızdaki dili bir kapıcı yapmış, sinirler ve damarlar da akıl ile mide arasında iletişim kanalıdır ki dil, ağza gelen gıdayı o damarlarla beyne haber verir. Bedene, mideye faydası yoksa “Yasaktır! ” der, dışarı atar.
Madem ağızdaki tat alma organı olan dil, bir kapıcı ve mide, vücudun yönetiminde bir efendidir ve söz sahibidir. Efendi olan mideye verilen hediyenin yüz lira kıymeti varsa, kapıcı olan dile bahşiş olarak ancak beş lira düşer, fazla olmaz. Tâ ki, kapıcı baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş hatırına zararlı maddeleri içeri sokup, hem israfa hem de fazla yemekten kaynaklanan hastalıklara sebep olmasın.
İşte, iktisat ve kanaat, yani tutumlu olmak ve elindekiyle yetinmek, dili kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş vermektir. İsraf ise, her ağza gelene geç demekle, mideyi karıştırır, iştihayı keser, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
İnsan, israf etmemek şartıyla, nimetlere şükür kastıyla ve meşru olmak şartıyla yemekten, içmekten lezzet almaya çalışabilir. Ancak sırf lezzet için israfa girmek doğru değildir. Rezzak olan Zât, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” emreder.
Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, ihtiyar bir hanımın biricik evlâdı bulunuyormuş. O muhterem anne, gitmiş oğlunun odasına, bakmış ki oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. Oğluna acımış ve Hazret-i Gavs’ın yanına şikâyet için gitmiş. Bakmış ki Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Kadın demiş:
“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin! ” Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh! ” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atladığı görülmüş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.
“İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez” meâlindeki hadis-i şerifin sırrıyla, iktisat eden, geçim zahmetini ve zorluğunu çok çekmez.
Bir zaman, cömertliği ile dünyaca meşhur Hâtem-i Tâî, büyük bir ziyafet veriyor ve çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, ihtiyar, fakir bir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, çalılar vücuduna batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:
“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber büyük bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk bu çalı yüküne karşlık beş yüz kuruş alırsın.” O iktisatlı, tutumlu ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü şerefimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.” Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha yüce gönüllü, aziz kimi bilirsin?”
Demiş: “İşte o sahrâda rast geldiğim o iktisatlı ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”
Cenâb-ı Hakk, en fakir adama en zengin adam gibi ve gedaya, yani fakire, padişah gibi, nimetlerdeki lezzeti tatma imkânı veriyor. Bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyla aldığı lezzet, bir zenginin israfın sebep olduğu usanç ve iştahsızlıkla yediği en âlâ baklavadan daha fazladır.
Cömertliğin ve iktisadın tersi kavram ise hısset yani cimrliktir. İktisat ve hıssetin çok farkı vardır. Peygamber ahlakından olan iktisadın, sefillik ve açgözlülük ve hırsın bir karışımı olan cimrilik ile hiç alakası yoktur. Yalnız görünüşte bir benzeyiş vardır. Bu hakikati teyit eden bir vakıa:
Sahabeden Abdullah İbni Ömer Hazretleri, çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir mes’elede, iktisat ve ticaretin hukuku için tartışmış. Bir sahabe; kırk para için münakaşasını cimrilik diye düşünerek, sahabeyi takip eder. Bakar ki, Hazret-i Abdullah hanesine girdi, kapıda bir fakir adam gördü, biraz oyalandı, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri gördü, onun yanında da bir parça oyalandı, ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “Hz. Abdullah sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”
Her birisi dedi: “Bana bir altın verdi.”
O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, rızasıyla versin!” Gitti, Hazret-i Abdullah İbni Ömer’i gördü, sordu:
“Ya imam, Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”
Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan, tutumlu olmaktan, aklın gereğinden ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir haldir, cimrilik değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun olgunluğundan gelmiş bir haldir. Ne o cimriliktir ve ne de bu israftır.”
Elhasıl, israf, kanaatsizliği yani elindekiyle yetinmemeyi doğurur. Kanaatsizlik ise, çalışma isteğini kırar, tembelliğe atar, hayatından ve hâlinden şikâyet kapısını açar, sürekli şikâyet ettirir. Hem izzetini ve şerefini kırar, herkese ele açtırır, dilencilik yaptırır. Mal istersen kanaat yeter. İktisat eden, tutumlu davranan, kanaat eder. Kanaat eden bereket bulur.