İnsan kendi hayatına dikkat edecek olursa, birçok şeye muhtaç olduğunu fark eder. Muhtaç olduğu şeylerden bazılarına her saat, bazılarına her dakika, bazılarına her saniye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçların da mükemmel bir şekilde karşılandığı hayretle fark edilir.
Her şey, hayat sahiplerinin imdadına, özellikle bulutlar, bitkilerin yardımına ve bitkiler de hayvanların yardımına ve hayvanat ise insanların muavenetine ve yardımına, memelerden akan kevser gibi sütler, yavruların beslenmelerine koşturulur ve zîhayatların ellerinden gelmeyen pek çok ihtiyaçlar ve erzaklar, beklenmedik yerlerden onların ellerine verilir, hattâ tüketilen gıdalar da vücuttaki hücrelerin tamirine koşturulurlar.
Meselâ, bir saray gibi olan dünyanın, soba ve lamba vazifesini gören güneşin, her gün insanların yardımına gönderildiği görülür. Güneşin bir gün yanması için, hesap edilse, bir milyon yeryüzü kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerekir. Bir soba bile düzenli bakılmadığında söndüğü halde, güneşi, odunsuz, yakıtsız sürekli yandıran birinin varlığı elbete inkâr edilemez. Güneşin çok önemli vazifeleri vardır, fakat güneşin bundan haberi bile yoktur. İnsanlara şefkat edip, yardımlarına koşacak bilgi ve farkındalığa da sahip değildir.
Bulut ile arz arasındaki su alışverişine bakılırsa, arz, suyu buhar şeklinde buluta verir. Bulut da kendi fabrikalarında lazım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade eder. Bulut vasıtasıyla suya nerede ihtiyaç varsa oraya gidilip, ihtiyacı karşılanır. Cansız, şuursuz bulutların ve suyun, insanın ihtiyacını görüp karşılayacak kabiliyeti olmadığından, sadece, insanı bilen, tanıyan ve şefkat eden biri tarafından yardımımıza gönderildiği anlaşılır.
İhtiyacımız olan yiyeceklerin, insanların yardımına nasıl gönderildiğini anlamak için bir elmaya bakmak yeterlidir. Dünya yüzünde en akıllı varlık insan olduğu ve teknoloji bu kadar geliştiği halde, tüm insanlar toplansa bir elmayı yapamaz. Bir elmanın vücuda gelebilmesi için, hava olmalı, su olmalı, toprak olmalı, gece ve gündüz olmalı, mevsimler olmalı, bunun için dünya hem kendi etrafında hem de güneş etrafında dönmelidir. Yani görüldüğü gibi bir elmanın, olabilmesi için, tüm şartların bu hali ile var olması gereklidir. Demek bir elmayı yapabilmek için bütün her şeyi onun yardımına koşturabilmek gereklidir. Bunun için de bütün bu sayılan şeylerin sahibinin bir ve tek olması gerekir ki, bunları bir elmanın yapımında, hiçbir engele takılmadan gönderebilsin. Demek kâinatın sahibi kim ise elmanın sahibi de odur.
En önemli ihtiyaçlardan olan havasız acaba ne kadar yaşanabilir. Gidilen her yerde hava bulunmasaydı insan ne yapardı? Her an havaya ihtiyaç olduğundan, her an, her yerde insanın ve diğer canların yardımına gönderiliyor. Evde, bahçede, dışarıda gezip dolaşılan her yerde, dünyanın en ücra köşelerinde ve hatta uykuda her şeyden bihaberken dahi aynı özelliği ile bulunmaktadır. Öyle ise, her yeri kaplayan hava kimin ise, onun içinde yaşayanlar da onundur. Tarla kimin ise, ürün ona aittir. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.
İhtiyacın her an tekrarlandığı hava gibi, bulutlar vasıtasıyla gelen su, dünyayı ısıtan ve aydınlatan soba ve lamba olan güneş, rızkın yetiştirildiği toprak, kirletilen havayı temizleyen bitkiler ve bitkilerin dallarına asılarak, insanlara ikram edilen, kiraz, erik, nar gibi meyveler, vücuda takılan el, göz, diş, kalp gibi azalar, insanı tanıyıp, ihtiyacını görüp, şefkat edip yardıma koşamaz. Çünkü cansızdırlar, bilgi ve bilinçleri yoktur ki neye ihtiyaç olduğunu bilip, yardıma koşsunlar. Elbette tüm bunları canlıların yardımına koşturan öyle biridir ki O, bütün kâinatın sahibi ve yaratıcısı olan, Alîm, Kadir, Rahim ve Kerim’ dir.
Kâinattaki bu mükemmel düzen ve intizam, bu şefkatli yardımlaşmanın bir sonucudur. Yardımlaşma ve şefkatin, hayatın devamında ne kadar gerekli ve zorunlu olduğu çok aşikâr olduğu halde, “Her canlı sadece kendi menfaati ve zevki için çalışır, hayatının gayesi kendisine aittir ve kuvvetine güvenmemelidir, zira ‘Hayat bir mücadeledir’” diye hüküm verenler, dünyanın düzenini de bozmaktadırlar. Kendi menfaati için, kuvvetine güvenerek başkasının hakkına tecavüz eden, daima zayıfı ezen varlıklar, insan sıfatına lâyık değillerdir.
Medeniyetin getirdiği: “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” ve ”Sen çalış ben yiyeyim.” düşüncesi, bahsedilen umumî teavün ve şefkat kanununa ters olduğu için, insanları haksızlığa, ahlâksızlığa, merhametsizliğe, kine, düşmanlığa, çatışmaya yönlendirir.
Bedîüzzaman’ın tarif ettği gibi; toplum hayatında havas ve avam, yani zenginler ve fakirler dengeli olursa rahatla yaşarlar. O muvazenenin, dengenin esası ise zengin tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Yani toplumdaki huzuru sağlayacak olan dengenin, zenginler ve fakirler arasında korunmasıdır. Medeniyetin: ”Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” anlayışı yerine, ”Komşusu açken tok uyuyan bizden değildir.” hadisindeki anlayışın getirilmesi esastır.
Bu dünyada, hususan bu zamanda, özellikle musibete, sıkıntılara ve karamsarlığa düşenler için, en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve manevi yönünü desteklemek ve fedakâr, hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle birbirinin kederli kalbini okşamaktır.
Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat göstermekte, müminler bir vücut gibidir. Vücutta bir organ rahatsızlanıp şikâyet ederse vücudun diğer uzuvları da uykusuzluk ve ateş içerisinde ona iştirak ve yardım etmeye çalışır. Hadis-i Şerifte “Allah’ın en sevdiği amel, aç olan bir muhtaca yemek yedirmek veya onun bir borcunu ödemek ya da onun bir sıkıntısını gidermektir.” buyrulur.
Bedîüzzaman, “Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye, sırt sırta vermeye meyleder ki düşmek tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar teavün, yardımlaşma sırrını anlamamışlardır. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar!” manasındaki ifadelere yer verir.
Sonuç olarak, sosyal hayatta dayanak noktası olarak teavün yani yardımlaşma düstûrunun esas alınması, insanlar arasındaki bağları güçlendirir, samimi kardeşliği, dostluğu tesis eder, huzura ve barışa ve birbirlerine kenetlenmiş sağlam bir kubbeye vesile olur.
Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir