Tevâzu, alçakgönüllülük, kibirlenmenin, büyüklük taslamanın ters anlamlısıdır. Tevâzu, beğenilen bir özelliktir. Ancak sınırı çok iyi ayarlanmalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran hafifmeşreplik tevâzu değildir. İnsan, büyüklük taslamamakla birlikte, zamanın ve yerin şartlarına uygun hareket etmelidir. Yoksullar, düşkünler, yaşlılar ve çocuklarla ilgilenmek, onların hâl ve hatırlarını sormak tevâzudur. İnsan, görevi ne olursa olsun Allah’a kul, halka hizmetkar olduğunu unutmamalıdır.
Dinimiz tevâzuya büyük önem vermiştir. Peygamberimiz bu özelliği yaşantısıyla gösterdiği gibi, sözleriyle de tavsiye etmiştir. Bir gün kendisine bir adam getirilir, gelen şahıs korkudan titremeye başlar. Bunu gören Efendimiz: “Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş’ten, kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” buyurmuştur. Bedîüzzaman’ın ifadesiyle “İnsanda büyüklüğün mikyası, küçüklüktür; yani, tevâzudur. Küçüklüğün mizânı, ölçüsü büyüklük taslamak; yani, tekebbürdür.” Yani bir kişi kendini büyük görüp kibirleniyorsa, o kişi küçük ve aşağıdır. Bir kimse de kendi üzerindeki nimetleri Allah’tan geldiğinin bilinciyle kendisini yükseklerde görmüyorsa, bu kimse büyüktür.
Tevâzuyla yakın ilişkisi olan mahviyet, insanın kendi benlik ve varlığından sıyrılıp, Allah’ın zâtında ve varlığında fâni olma, kaybolma hâlidir. Böyle bir insan kendinde kusur ve eksiklikten başka bir şey görmez. Şayet üzerinde övgüye lâyık bir özellik varsa, onu Allah’tan bilip ona şükreder, asla üzerine almaz, kendinden saymaz. Mahviyet, Allah ile kul arasında bir münasebet iken, tevâzu, kişinin diğer insanlara karşı olan hâlidir.
Mahviyet ve tevâzu, üzerimizdeki nimetleri inkâr edip görmezlikten gelmek demek değildir. Böyle olursa, nimeti inkâr olur. Yani Allah’ın, üzerimizdeki nimetlerini görmezden gelmek anlamına gelir ki bu doğru değildir. Öyle ise, ne nimetleri kendimizden bileceğiz ne de nimetleri inkâr edip görmezlikten geleceğiz.
Meselâ birisi sana güzel ve süslü bir elbise giydirse ve sen elbiseyle güzelleşsen, halk sana; “Mâşâallah! Çok güzelsin, çok güzelleştin.” dese, sen de tevâzukârâne: “Hâşâ! Ben neyim, hiç. Nerede güzellik?” desen, o sözün, nimeti inkâr olur ve o elbiseyi sana giydiren usta sanatkâra karşı hürmetsizlik etmiş olursun. Eğer müftehirâne, övünerek: “Evet, ben çok güzelim, benim gibi bir güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.” desen, o zaman büyüklük taslarcasına bir fahir, bir gurur olur. Fahirden ve küfrân-ı nimetten kurtulmak için şöyle demeli: “Evet ben güzelleştim. Fakat güzellik elbisenindir, dolayısıyla onu bana giydirenindir, benim değildir.”
Tevâzu ve kibir mes’elesi, farklı mekân ve makamlarda farklı hüküm alır. Zayıf bir kişinin kuvvetli birine karşı takındığı, ağırbaşlı ve vakur duruşu, güçlü biri zayıf birine karşı takındığında tekebbür yani gurur olur. Güçlünün zayıfa olan tevâzu halini, zayıf biri kuvvetli birine gösterirse tezellül, yani aşağılık olur.
Meselâ bir amirin makamındaki ciddiyeti vakar, ağırbaşlılık; tevâzusu zillet olur. Evinde ciddiyeti kibir, yumuşaklığı tevâzu olur. Tevâzu ve kibir davranışları yanlış yerlerde ve yanlış şekillerde kullanılırsa ailenin huzuru kaçar, sosyal hayattaki ilişkiler karışır. Bir baba evinde kibirle davranırsa ailenin mutluluğu sarsılır. Baba evde otoritesini kaybettirmeden yumuşak ve mütevazı olmalıdır. Bir amir de makamında kibre kaçmadan vakur ve ağırbaşlı olmalıdır. Bir baba, evde aşırı mütevazı ve laubâli olması halinde sözü dinlenmez olur. Bir amir, makamında gereğinden fazla ciddi ve katı olursa, mesai arkadaşları tarafından sevilmez olur.
Bir şahıs, kendi namına kendi hesabına hoşgörülü ve fedakâr olabilir; ama mensubu bulunduğu bir dernek, bir cemaat, bir kuruluş adına ve hesabına hoşgörülü olamaz ve fedakârlık yapamaz. Meselâ bir dernek başkanı kendi kesesinden sadaka verebilir, ama dernek kesesinden veremez. Bir kişi kendine yapılan bir hakareti nefsine yedirip, o şahsı affedebilir, bu güzel bir huydur. Ama başkanı olduğu kuruma yapılan hakareti kendi hesabına affedip tevâzulu, hoşgörülü olamaz. Kurumu adına övünebilir, ama kurum amiriyken şahsı adına övünmesi kibir ve böbürlenmek olur.
Tevâzu, alçakgönüllü olmak demektir. Böylelerine, mütevazı insan denilir. Tevâzu sahipleri kendilerinden aşağıda olanlara küçük muamelesi yapmaz, onları hor ve hakir görmezler. Arkadaşları arasında büyüklük taslamazlar. Vakar ise, ağırbaşlı olmak demektir. Vakar sahibi, vakur kişiler, makam ve haysiyetlerinin hakkını gereği gibi korumasını bilen insanlardır. İnsan hem mütevazı hem vakur olmalıdır. Lokman suresinde, Hz. Lokman oğluna şöyle tavsiye etmişti: “Kibirlenip insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme; çünkü Allah kurulup öğünenlerin hiçbirini sevmez.” Görülüyor ki tevâzu ve vakar sahibi olmak dinin emridir ve insan haysiyetine yakışan da budur.
En büyük hata, insanın kendini hatasız zannetmesidir