Şükür kavramı, yapılan bir iyiliğe karşı insan fıtratında bulunan minnet duygusunu söz ve fiilleri ile ifade etmek olarak tanımlanabilir. İnsanın fıtratında, yapılan iyiliğe karşı verilen hediyeye mukabil teşekkür etmek ve minnetini ifade etmek vardır.
Bize birinin küçük bir hediye vermesi bizi mutlu eder, değerli hissettirir. Hediyeyi alan, veren kişinin onu sevdiğini, kıymet verdiğini hisseder, anlar. Burada hediyenin kendisinden ziyade, onu veren kişinin ona olan sevgisi, muhabbeti ve iltifatı olduğunu bilmek insan için çok daha kıymetlidir. Yani, neden hoşlandığımı biliyor, beni tanıyor, beni seviyor ve bana kıymet veriyor olduğunu bilmek hediyeye kendinden ziyade bir kıymet kazandırır. Hediyeyi veren kişi için önemli biri ise bu duyguların kıymeti daha da artar. İçinde hediyeyi veren kişiye karşı bir sevgi ve muhabbet duygusu oluşur. Ona teşekkür eder ve onun için elinden geleni yapmaya çalışır.
Pek farkında olunmayan, kâinatta insana ikram edilen nimetleri görebilmek için kainata dikkatli bir nazar ile bakıldığında, her şeyin insana hizmet ettiği anlaşılır. Dünya insan için mükemmel bir saray, bir hane gibi yapılmış. Güneş, soba ve lamba; ay bir gece lambası ve yıldızlar göğün yüzünü yaldızlayan ışıklar olarak insana hizmet ettiriliyor. Yeryüzü büyük bir sofra gibi, içerisinde insanın hoşuna gidecek, kokuları, renkleri, şekilleri, tatları ile kendine çekecek, kiraz, nar, üzüm, erik gibi sayılamayacak kadar meyveler, ağaçların latif elleri olan dallarıyla takdim ediliyor. Hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı tatlı balı yedirmek, en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eli ile insana giydirmek, hem insan bebek iken, ne istediğini bile söyleyemezken, annelerin memeler musluğundan en latif ve tatlı bir sütü göndermek, tüm bunlardan istifade etmeyi sağlayan göz, kulak, dil gibi vücud azalarını vermek, ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu anlaşılır.
Elbette kâinattaki her şey insanı tanıyor da bu şekilde insana hizmet ediyor değildir. Evet kâinattaki her bir şeyi insanın etrafına toplayıp bütün ihtiyaçlarını mükemmel bir şekilde karşılamak iki durumdan birisidir; Ya kâinattaki her bir şey insanı tanıyor, ona itaat ediyor, yardımına koşuyor. Bu ise akıldan çok uzaktır. Akılları şuurları yoktur ki, insanı bilip, tanıyıp itaat etsinler. Ya da insan o kadar güçlü ve kudretlidir ki, bütün bunları kendine itaat ettiriyor. Hâlbuki insanın, yemek, içmek konuşmak gibi en yaygın fiillerinin meydana gelebilmesi için oluşan yüz tane faaliyetten ancak biri insana aittir. Meselâ, konuşmak için vücudumuzda meydana gelen faaliyetlerin hiç birisinden haberimiz bile yoktur. Görmek için insanın elinde olan sadece gözünü açmak istemesi yeterlidir, gerisine müdahalesi yoktur. İnsan, ciğerlerin, damarlar içinde dolaşan kanın, vücudumuzda durmadan devam eden faaliyetlerin farkında bile değildir. Kâinatta en akıllı, ihtiyar sahibi varlık olan insan, bu kadar âciz, ihtiyardan ve iradeden bu kadar eli kısa olduğuna göre, diğer varlıkların ne kadar ihtiyardan mahrum oldukları anlaşılır. Demek kâinatın envaı insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden, nihayetsiz kudret, ilim ve şefkat sahibi bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir. Kâinatta her şeyin insana hizmet etmesi, ancak her şeyi elinde tutan bir kudret tarafından insana ikram edilmiştir.
Bu nimetleri bize veren, nimetlerin hakikî sahibi, bizden o kıymetli nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir; biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta ‘’Bismillah’’ zikirdir. Ahirde ‘’Elhamdülillah’’ şükürdür. Ortada bu kiymettar, birer harika sanat eseri olan nimetlerin Allah’ın bizlere ikram ettiği rahmet hediyeleri olduğunu düşünmek ve anlamaya çalışmak ise fikirdir.
Hem şükür içinde sâfi bir iman var. Hâlis bir tevhid bulunur. Çünkü bir elma yiyen ‘’Elhamdülillah’’ diyen adam, o şükür ile ilan eder ki o elma ancak tüm kâinatın sahibi tarafından verilebilecek bir hediyedir. Çünkü o elmanın olması yerin hayatına bağlıdır. Yerin, toprağın canlılığı ise, bahara bakar. Bahar ise güneş ve ayı emri altına alan, gece ve gündüzü çeviren zâtın elindedir. Öyle ise bir elmayı bir adama hakikî rızık olarak vermek, bütün yeryüzünü bütün meyveler ile dolduran zât ile mümkündür. Demek her şey, küçük olsun, büyük olsun, O’nun kudretinden geldiğini gösterir, öyle ise şükür sadece O’na mahsustur.
Şükrün çok çeşitleri vardır, bunların içinde en kapsamlısı ve şükrün her çeşidini içine alabilen namazdır. Bize verilen hadsiz nimetlere mukabil namazda külli bir şükür vazifesi yerine getirilebilir.
Meselâ, nasil ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki her biri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir kat fazlasını sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmayan ve halkının bağlılık ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin, o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel, samimi isteğini, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: âciz bir abd, namazında “Ettahiyyatü lillah” der. Yani: Bütün mahlukâtın hayatlarıyla sana takdim ettikleri ubudiyet hediyelerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar ibadetleri sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve samimiyet, pek geniş külli bir şükürdür.
Şükürde zahmet yoktur. Bilakis nimetin lezzetini arttırır