Sorumluluk, kişinin kendine ve kendi dışındaki varlıklara karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında ve gerektiği gibi yerine getirmesi zorunluluğudur.
Sorumluluk, hayatın her aşamasında bireyin üstlenmesi gereken vazifesi ve bunun sonucunda da bireyin sorunlarını aşabilmesinde en önemli dayanağıdır.
Hayatımızın her aşamasında ve günlük yaşantımızda uyduğumuz birtakım kurallar vardır. Bu kurallar bizim ne zaman, nerede, ne yapacağımızı belirler ve hatırlatır. Toplu halde yaşadığımız için birbirimizi etkilememiz doğaldır. Sorumsuz davranmaktan kaynaklanan bir sorun, başkalarını da rahatsız edebilir. Hem kendimize hem de yakınlarımıza rahatsızlık vermemek için toplumsal kurallara göre hareket etmeli ve günlük yaşantımızda birtakım kurallar belirlemelidir ve bu kurallara sımsıkı uyulmalıdır.
Öğrenim görülen sınıflar, sürekli gezilen sokaklar, içinde yaşanılan evler, odalar, mahalleler, şehirler; bir gün bile temizlenmezse veya sürekli kirli bırakılırsa ne olacağını anlamak zor değildir.
Anneler, babalar, görevli memurlar sorumluluklarının farkında olarak bu sayılan alanları tertemiz yapmaktadırlar. Gittiğimiz okulu, odaları, sokakları, çöpleri temizleyen olduğu gibi, yaşadığımız dünyayı, hatta bütün uzayı, kâinatı da temizleyen elbette biri olmalıdır.
Evet, bu kâinat ve bu dünya, sürekli çalışan büyük bir fabrika ve sürekli gelenlerin ve gidenlerin olduğu bir misafirhanedir. Bu sebeple sürekli kullanıldığı için kirlenmektedir. Eğer çok dikkatli bakılmazsa ve temizlenmezse içinde durulmaz, insan onda boğulur. Hâlbuki bu kâinat fabrikası ve içinde yaşanılan dünya misafirhanesi, o derece pâk, temiz ve kirsizdir ki; lüzumsuz bir şey, faydasız bir madde, tesadüfî bir kir içinde bulunmaz. Bulunsa da çabuk bir şekilde temizlenir. Demek bu kainatın öyle bir sahibi vardır ki bu koca fabrikayı ve bu büyük sarayı, küçücük bir sınıf gibi süpürtür ve temizler. Kainatta ne varsa, hepsi sorumluluklarını yerine getirdikleri için dünya böyle temiz kalmaktadır. Öyle ise insana düşen de, kainattaki bu temizliğe ve intizama ayak uydurmaktır.
Bir insan bir ay yıkanmazsa, küçük odasını bir ay süpürmezse çok kirlenir ve pislenir. Hâlbuki bu âlemde hiçbir kir ve pislik yoktur.
İşte denizler! Her günler binlerce balık ölür; ama hiçbir kir görülmez.
İşte ormanlar! İçlerinde yüz binlerce hayvan yaşar, her gün binlercesi doğar ve binlercesi ölür; ama kirlilik eseri yoktur.
İşte hava! Onlarca zehirli gaz vardır; ama hiçbiri havayı kirletemez.
İşte uzay! Uzaya bakıldığında da asla bir çöplük görülmez, tertemizdir, yıldızlar parıl parıl parlarlar. Bunun sebebini bilim adamları şöyle izah ederler: Galaksiler birbirlerinin içinden geçerlerken, bilim adamlarının “halı temizleme” diye isimlendirdikleri bir olay vardır. Kendi önündeki bir galaksinin içinden, yüksek hızla geçen bir galaksi bu hız sebebiyle diğer galaksideki gaz ve toz bulutlarını elektrikli bir halı süpürgesi gibi çeker ve temizler. Daha sonra da bu tozları kendi içindeki yeni yetişen yıldızlara gıda olarak sunar. Bu temizliğin tesadüfi bir işi olması elbette mümkün değildir.
Kâinatın en büyük varlığından en küçük bir atom zerresine kadar her şey mükemmel ve kusursuz bir intizam, bir kural ile hareket eder. Kurallar insanların ve diğer varlıkların, iç içe, daha huzurlu yaşaması içindir. Kuralların ve intizamın, düzenin olmadığı yerde kargaşa olur.
Meselâ, dünya kendi etrafında ve güneşin çevresinde belli bir düzen ve ölçü ile dönmektedir. Şayet bu intizam ve ölçü olmasaydı, mevsimler, gece ve gündüz ve bunlardan elde edilen hiçbir fayda ya da nimet elimize geçmeyecekti. Kışın portakal, yazın çilek olmayaktı.
Dünyayı güneşin etrafında döndüren, güneşi bize bir lamba ve soba yapan, bulutları kontrol eden, yağmuru ve karı bize ve ağaçlara gönderen biri olmasaydı, hayatın devamı için gereken ne varsa bize veren biri olmasaydı, ihtiyacımız olan oksijeni, suyu, yiyecekleri, güzel meyveleri, istediğimiz zaman değil onların istediği zaman temin edebilirdik. Yani kargaşa olurdu. Eğer şimdi bu böyle olmuyorsa, demek ki kâinatta kurallar koyan, her şeye bir sorumluluk yükleyen, her şeyi elinde tutan ve bize yardıma gönderen biri vardır.
Kâinat böyle mükemmel idare ediliyor ve varlıklar da kendilerine verilen sorumlulukları, görevleri aksatmadan yerine getiriyorken, elbette insanın da sorumlulukları vardır.
İnsanın kendisine, ailesine, beraber yaşadığı topluma, vatana, okuluna, hayvanlara, çevreye kısacası kendisiyle ilgili her şeye karşı sorumlulukları vardır. Tüm bunların insan için ne kadar önemli olduğunun farkında olup, bu konuda üzerine düşen sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirilmesi gerekir.
İnsanın, ihtiyacı olan her şeyi veren, onu yoktan yaratana karşı sorumlulukları vardır. Namaz, oruç, zekat, doğruluk, inançlı bir insana yakışır şekilde davranmak gibi sorumlulukları vardır. Anne ve babaya karşı sevgi ve saygı ve onlara yardımcı olmak, kardeşleri ve arkadaşlarıyla iyi geçinmek, toplumla iyi ilişkiler kurarak uyumlu yaşamak, çevreyi kirletmemek, israf etmemek, gürültülü konuşmamak da insanın sorumluluklarındandır.
Sorumlulukları yerine getirmek aynı zamanda insanı mutlu eder. Çünkü vazifede lezzet vardır. Hayatın asıl sahibi olan Allah, hizmetin mükâfâtını hizmet içine koymuştur. Amelin ücretini işlenen amel içine koymuştur. İşte bundan dolayı, yaratılan her şey, hususî vazifelerinde, neşeyle ve severek çalışırlar. Arıdan, sinekten, tavuktan, tâ güneşe ve aya kadar her şey lezzetle vazifesine çalışırlar.
Meselâ; horoz ve yavrulu tavuk gibi hayvânâtın vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip, bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Demek sorumlu olduğu o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır.
Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk, yavrularını korumak için ruhunu feda eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek sorumlu olduğu o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmeye tercih eder.
Meselâ, başında birçok süt konserveleri taşıyan hindistan cevizi ve incir gibi meyve ağaçları, rahmet hazinesinden süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir, kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.
Anneler ve babalar çocuklarını büyütmek ve iyi insanlar olmaları için bebeklikten büyüyünceye kadar birçok zorluklar yaşadıkları halde fedakârca sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmişlerdir, geceleri çocukaları rahat uyusun diye uykusuz kalmışlardır, iyi ve kötü günde hep çocuklarının yanında olmuşlardır. Çocukları gülünce onlar daha çok gülmüşler; ağlayınca onlar daha çok ağlamışlardır. Zahmet çekmişler, ancak bu vazifenin lezzeti onlara zahmeti unutturmuştur.
İşte, kâinatta cereyan eden bu sırlı düstûrdandır ki işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, çoğunlukla, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü daima işsizler ömründen şikâyet eder, eğlence ile çabuk geçmesini ister. Gayret gösteren ve çalışan ise haline şükreder, ömrünün geçmesini istemez. Bundan dolayıdır ki “Rahat zahmette, zahmet rahattadır.” cümlesi meşhur bir söz olmuştur.
Demek ki kâinatta ne varsa hepsi sorumluluklarını harfiyen ve zevkle yerine getirirler. İnsana düşen ise, bıkmadan, usanmadan sorumluluğuna verilen hayatı, vücudu, elleri, gözleri, aklı, kısaca her şeyini hayırlı işlerde kullanmak ve sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getirmektir.
Bugün ölecekmiş gibi dünyaya, hiç ölmeyecekmiş gibi ahirete çalış