İhlas; kelime olarak, samimiyet yani içten olmak demektir. İhlas, terim olarak ise; yapılan amel ve ibadetlerde sadece Allah’ın rızasını gözetmek anlamına gelir. İhlasla bir dirhem, az bir amel, ihlassız batmanlarla, tonlarla amellere tercih edilir. Yani ihlasla yaptığınız çok küçük bir amel, ihlassız veya gönülsüz yaptığınız tonlarca büyük amellerden daha üstündür.
Meselâ, 00000000000001 sayısında 1’den önce koyulan sıfırlar ister on tane olsun ister milyar tane olsun, sayının değeri değişmez, yani yine 1’dir. Ama, sondaki 1’i başa alırsanız o zaman her sıfır koydukça değer katlanarak artacaktır. İşte buradaki 1’in başta olması ne kadar önemliyse, yapılan her işte İhlasla amel etmek de o kadar ve daha fazla kıymetlidir.
İhlas, yapılan amel ve ibadetlerde sadece Allah’ın rızasını gözetmektir. Bu durumda bir işin veya herhangi bir amelin kıymet kazanması için Allah’ın rızasını gözetmek gerekir. Yani en başa O’nun rızası koyulursa, örnekte sıfır koydukça rakam nasıl büyüyorsa, aynen onun gibi ne kadar küçük de olsa her iş yaptığımızda kıymet gittikçe artacaktır.
İhlas aynı zamanda bir işi inanarak ve içtenlikle yapmak anlamındadır. Yani bir iş ihlasla yapıldığında, küçük kuvvetlerle büyük işler başarmak mümkündür. İhlasla hareket edildiğinde çok ağır ve zor gelen işlerde, arkada büyük manevi bir güç hissedileceğinden zor işler kolaylaşır. Meselâ, Çanakkale Savaşı’nda, Seyit (onbaşı) Ali 215 kilo gram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak onları top kundağına koyarken, bu kuvvet ve inançla başarıya ulaşmıştır.
İhlası kazanmak ve muhafaza etmek için şunların düstur haline gelmesi gerekir:
Birinci Düstûr: Amellerde Allah’ın rızası olmalı. Eğer O razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse bütün herkes reddetse önemi yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse siz istemeseniz bile, diğer insanlara da kabul ettirir, onları da razı eder.
İkinci Düstûr: Bu dünyada ve bu vatanda bulunan, aynı din-dil-millet-kültür birliği eden insanları kötü niyetle eleştirmemek ve onları tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü eleştirmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını tamamlar, kusurunu örter, ihtiyacına koşar, vazifesine yardım eder. Aynen bunlar gibi, Sizler ve bizler de mükemmel bir insanın göz, kulak, el ve ayakları gibiyiz. Aynı hedef ve maksada çalışan insanlarız.
Meselâ, üç tane bir (1+1+1=3) ittihat etmezse üç kıymeti var. İttihat etse yani yan yana gelseler (111) yüz on bir kıymetini alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa (4×4) on altı değeri var. Eğer uhuvvet yani kardeşlik sırrı ve aynı maksat ve vazife birliği ile bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört (4444) kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi; ihlas sırrı ile bir araya gelen fedakâr kardeşlerin kıymet ve manevi kuvveti dört binden geçtiğine, pek çok tarihi olay şehadet eder. Meselâ, Peygamber Efendimiz’in, Hendek Savaşı’nda üç bin kişilik orduyla müşriklerin on bin kişilik ordusuna bu inançla galip geldiğine tarih şahitlik etmiştir.
Üçüncü Düstûr: Bütün kuvvet, ihlasta ve adaleti savunmakta, haklının yanında olmaktadır.
Dördüncü Düstûr: Kardeşlerin meziyetleri yani güzel özellikleri ve faziletleri kendinizde yani sanki sizde de varmış gibi düşünüp onların şerefleriyle iftihar etmektir.
İşte bu sebeple, maddi veya manevi bir faaliyet yapılırken hep beraber, birbirine samimiyetle destek vererek çalışılmalıdır. Çünkü yapılan işten alınan bütün fayda, o iştirak eden her bir ferde eksilmeden yarar sağlama sırrını taşıyor. Meselâ dört beş adam, beraber iş yapmak niyetiyle biri gaz yağı, biri fitil, biri lamba, biri şişe, biri kibrit getirip lambayı yaksalar, her biri tam bir lambaya sahip olur. O ortaklık edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir aynası olsa her birinin noksansız, parçalanmadan birer lamba, oda ile beraber aynasında gözükür.
Aynen bunun gibi, uhrevi işlerde ihlas ve samimiyet ile katılım olursa, o işlerden meydana gelen tüm fayda her katılanın amel defterine eksiksiz olarak yazılır.
Bir rivayette, dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O yalnız yapılan çalışmada, kişi başı, her günde sadece üç iğne yapabilmişler. Çok az iğne yaptıklarını gören bu on adam birleşmişler. Adamlardan biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve bunu gibi, her birisi iğne yapmak sanatında yalnız bir işle meşgul olduğundan, sadece o işte ihtisas ve tecrübe sahibi olmuş. Yaptığı vazife basit olduğundan zaman kaybı olmamış, o hizmette tecrübe kazanarak gayet hızlı işini görmüş. Sonra, samimiyetle, ihlasla ve beraber hareket ederek yaptıkları iğneleri hesaplamışlar. Daha önce her birisine bir günde üç iğne düşüyorken, şimdi ise kişi başı üç yüz iğne düştüğünü görmüşler.
Dünya işlerinde bile ittihat, ittifak ile neticeler, böyle büyük faydalar veriyorsa, acaba uhrevî ve nurani işlerde ne kadar büyük bir kâr elde edileceği kıyas edilebilir.
İhlastan bahsedilirken “Niyet” meselesine de mutlaka değinmek gerekir. Çünkü, niyet ve ihlas birbirini tamamlayan tabirlerdir.
Niyetin öyle bir özelliği vardır ki günahları sevaba, sevapları günaha çevirebilir. Bu niyetin ruhu ise ihlastır. İnsan niyet ve ihlas ile, yapamadığı ve elinden gelmeyen neticelere sahip olabilir. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” buyurmuştur. Bir insan, bir iyilik yapmaya niyet etse de onu yapmasa bile yine bir sevap alır. Meselâ, zor durumda kalan birisine yardım etmek istese, yapmaya çalışsa ama bir türlü yapamasa, Allah onun niyetini kabul eder ve yardım etmiş gibi sevap verir.
Bir zaman, bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki: her biri milyonlara değer hediyeler, hatırı sayılır adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: ‘Benim hediyem hiçtir, kıymetsizdir, ne yapayım, elimden ne gelir.’
Hediyesinin küçüklüğünden mahcup olan adam, birden aklına geleni der: “Ey efendim! Bütün şu kıymetli hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim elimden gelseydi bunların bir kat fazlasını sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmayan ve halkının bağlılık ve hürmetlerinin derecesini gösteren hediyeleri kabul eden o padişah, o bîçarenin, o büyük ve küllî niyetini ve samimi arzusunu, en büyük bir hediye gibi kabul eder.
Niyet, günahları sevaba, sevapları günaha çevirebilir. Meselâ, karşıdan karşıya geçemeyen yaşlı birine yardımcı olmak güzel bir davranıştır. Eğer ona yardımcı olmak ve Allah rızası niyetiyle hareket etmişsse karşılığında büyük sevap alınır. Ama görenler bana aferin desin, beni övsün niyetiyle yapmışsa, aferinden başka bir şey alınamaz.
Amellerin ve güzel davranışların heba olmaması, toplumda samimi ve dürüst duyguların kökleşmesi için ihlas ve iyi niyet düstûr edinilmelidir. Bütün ömrümüzde ihlas ve iyi niyet esas tutulursa, yapılan her işin değeri bir değil bin olur.
Bazen bir adamın ihlası yirmi adam kadar fayda verir