İffet, sözlükte “haramdan uzak durmak, helal ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak, edeb, hayâ, izzet ve haysiyet.” anlamına gelir. Ahlakî bir terim olarak ise kişiyi bedenî ve maddi hazlara aşırı düşkünlükten koruyan erdem demektir. İffet, insanın eliyle, diliyle harama yönelmekten sakınmasıdır. İffet, fitneden sakındıran, günah işlemekten alıkoyan erdemli bir davranıştır. Ruhun temizliği, günahtan ve kabahatlerden uzak duruşun ifadesidir iffetli olmak. Kişinin arzu ve isteklerini, şehvet ve arzularını dizginlemesi, bunlarda ölçülü olabilmesiyle kendini gösterir.
Dünyada saygınlığı olan huzurlu ve mutlu, âhirette de Allah’ın hoşnutluğuna ermiş kutlu ve mesut insanların özelliklerindendir. İffet, insanın kendine karşı duyduğu saygıyı korur, başkalarının kişiye göstereceği saygıya dayanak olur, kişisel değer ve itibarını arttırır.
İffetli olmanın ve namuslu kalmanın en önemli şartı hayâ sahibi olmaktır. Hayâ, utanma duygusudur. Bu duygu, sahibini kötülüklerden, günah olan söz, fiil ve davranışlardan alıkoyar. Hayânın yitirilmesi, iffetin yitirilmesine; iffetin yitirilmesi ise kötü söz, fil ve davranışların çoğalıp yayılmasına, bunların toplumda yaygınlaşmasına, ahlâkın bozulmasına sebep olur.
Ahlâk kitaplarında diğer temel erdemler gibi iffetten doğan faziletler de kaydedilmiştir. Gazâlî, bu faziletleri: Hayâ, mahcubiyet, müsâmaha, sabır, cömertlik, işleri güzellikle ölçüp tartma, güleryüzlü ve tatlı dilli olma, kolaylaştırıcı olma, düzenlilik, güzel görünüş, kanaat, ağır başlılık, günahtan çekinme, yardımlaşma, kibarlık şeklinde sıralamıştır.
Hz. Peygamber’in, “Her kim ağzına ve cinsel arzularına hâkim olacağına dair bana söz verirse ben de onun cennete girmesine kefil olurum.” hadisi, iffetin kapsamını ve İslâm ahlâkındaki önemini ortaya koymaktadır. “Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.” meâlindeki hadis de aynı hakikati ifade eder.
İffetli olmak kadının da erkeğin de güzel ahlâkındandır. Evlilik iffetin koruyucusudur. Eşlerin birbirlerini haramdan alıkoymaları ve iffetli olmaya yönlendirmeleri aile hayatının en tatlı ibadet halidir. Bedîüzzaman Hazretleri’ne göre, kocasının Allah korkusundaki duyarlılığına bakıp, “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim.” diye iffetini koruyan kadın bahtiyar olduğu gibi; karısının dindarlığına ve iffetine bakıp hayat arkadaşını ebedî hayatta da kendi yanında ve kendisini seviyor bulmak için dindarlığı ve iffeti esas tutan erkek de bahtiyardır.
Bediüzzaman’a göre insanda üç önemli kuvveden birisi olan şehvet duygusunun üç hali vardır: 1- İfrat, 2- Tefrit, 3- Vasat (Mutedil, orta). Din vasat halini tavsiye ediyor, ifrat ve tefrit halinden sakındırıyor.
Şehvet duygusunun ifrat hali fücurdur. Fücur, helâl haram demeden istek ve arzularının esiri olmak ve ehl-i namusun ırzını ve namusunu pâyımal etmektir.
Şehvet duygusunun tefrit hali humuddur. Humud ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası ve arzusu olmama halidir.
Şehvet duygusunun vasat, yani orta hali ise iffettir. İffet, bir insanın helâline istek ve arzusunun olup, haramına istek ve arzusunun olmayışı halidir. Şehvet duygusunu iffette ve vasatta kullanmak sünnettir.
Bediüzzaman Hazretleri, “Helal dairesinin keyfe kâfi geldiğini, harama girmeye hiç, lüzum olmadığını” beyan ile gençlere meşru dairedeki zevke kanaat etmelerini tavsiye eder ve der ki: “Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.”
Sizdeki gençlik kesinlikle gidecek. Eğer siz meşru dairede kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada hem kabirde, hem âhirette, kendi lezzetinden çok fazla belâlar ve üzüntüler getirecek. Eğer İslâm terbiyesi ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve ibadette sarf etseniz, o gençlik mânen ebedi kalacak ve ebedî bir gençlik kazanılmasına sebep olacak. Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman etkili olmazsa, hayat, kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binlerce kat o zevk ve lezzetten daha fazla üzüntüler, hüzünler, kederler verir. Çünkü, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak, hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanla da yaratılış gereği alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem hem lezzet alabilir. Hayvan ise, aklı olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüşse, hazır lezzetine, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler, o aldığı azıcık lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz kat lezzet noktasında aşağı düşer. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve farzları yerine getirmekle süslendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Elhâsıl: Gençlik gidecek. Gayr-i meşru zevk ve eğlenceyle gitmişse, hem dünyada hem âhirette binler belâ ve üzüntüyü netice verdiğini ve öyle gençler çoğunlukla suiistimal ile, israftan gelen hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastanelerden, gençlik hatalarından kaynaklı keşkeler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishanelerden dahi, çoğunlukla gençliğin taşkınlığıyla gayr-ı meşru dairedeki yaşantıların tokatlarını yiyen gençlerin pişmanlıklarını işiteceksiniz. Kabristanda çoğu azapların, gençlikteki suiistimalâtının sonucu olduğunu bileceksiniz. Hem insanlığın çoğunluğunu teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette, çoğunlukla esefler, hasretlerle “Eyvah, gençliğimizi boşuna, belki zararlı boşa harcadık. Sakın bizim gibi yapmayınız.” diyecekler. Çünkü beş on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve kabirde azap ve zarar, âhirette cehennem ve sakar belâsını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde, “Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez.” sırrıyla, hiç acınmaya lâyık olamaz.”
İffetli insan, kendine ait olmayan şeylere göz dikmez. Meşru ve helal olanla yetinip hakkına razı olur. Kendisinin ve başkalarının ırz ve namusuna saygı gösterir. Söz ve fiilleriyle düşünce ve inançlarının arkasında durur. İffetli insan alınteri ile kazanır, gayr-ı meşrû daireye el uZâtmaz, namusunu koruma konusunda hassas, iyi ahlâklı, fakirliğini ve ihtiyaç hâlini Allah’tan başka kimseye bildirmek istemez, Değerlerine sahip çıkıp onlara uygun yaşar.
Özetle, iffetli, namuslu kişi başını yastığa koyduğunda Vâcib-ül Vücud’una veremeyeceği hesabı olmayan, “Gerçi emniyet görevlileri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim, fakat cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melekeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar.” deyip hayatını bu anlayışla yaşayabilen kişidir.
Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur