Hoşgörü veya diğer ismiyle müsâmaha; affetmek, kusurları örtmek, anlayışlı ve yumuşak davranmak, barış içinde yaşamak, şefkat ve merhamet etmek gibi anlamları içerir. Hoşgörü, toplumsal hayatımız için olmazsa olmaz ahlakî değerlerden birisidir.
Hz. Peygamber (A.S.M)’e hitâben bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp gitmişlerdi.”
Müslümanları yüzlerce yıl farklı kültürlerle beraber hoşgörü ve barış içinde yaşatan düstûrlardan birisi de şudur: Bir meslek veya fikir sahibi kendisinin hak ve diğerlerinden daha güzel bir meslekte olduğunu savunabilir ama tek güzel olan budur diyemez. İnsan herhangi bir konudaki görüşünü veya yaptığı işi en iyi olarak görebilir. Buna hakkı var. Ama başkasının haksız ve yanlış yolda olduklarını iddia edemez. İnsan kendisi gibi düşünmeyenleri hor görmemelidir, bu toplumsal hayatı bozar. Çünkü “Müslüman kardeşini hor görmesi, kişiye kötülük olarak yeter.” İnsan, “Benim mesleğim, fikrim haktır.” diyebilir ancak “Hak, yalnız benim fikrim, benim mesleğimdir.” diyemez.
Ara sıra işlenen küçük kusurlar, yerdeki ufak taşlara benzer. Küçük kusurları büyük görüp bir kardeşimizi hor görmek, yerdeki küçük taşları Ağrı Dağı gibi büyük olduklarını iddia etmektir. Ya da şeytanın telkiniyle kardeşimize düşmanlık beslemek, sinek kanadını göze yaklaştırıp karşımızdaki büyük dağı örtmek gibidir. Sinek kanadı kadar kıymeti olmayan küçük kusurları örtmek gerekirken, o kusurlarla büyük iyilikler örtülürse çok büyük bir hata ve zulüm olur. Hâlbuki Cenab-ı Hakk, mahşerde bir kulun sevapları günahlarını geçerse affetmektedir. İnsan da bu adaletle, yani iyilikleri kötülüklerinden fazla olanlara sevgi, hoşgörü ve merhametle muamele etmelidir. Hz. Mevlana’nın (r.a.) ifadesiyle:
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevâzu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Hoşgörüyü büsbütün terk etmek gibi, yanlış yerlerde kullanmak da zararlı sonuçlar doğurur. Her şey gibi, hoşgörünün de sınırları vardır. Örneğin, toplum içinde görülebilen haksızlıklara ve zulümlere karşı hoşgörü ve müsâmaha, vurdumduymazlık ve merhametsizlik olur. Malımıza zarar vermek, gıybetimizi yapmak gibi şahsımıza yapılan yanlışlara karşı hoşgörülü olmak tercih edilebilir. Ancak dini değerlere veya millete yönelik kusurlu söz ve davranışları affetme, onlara müsâmaha gösterme hakkı yoktur. Kul hakkı denilen, başkasının maddi veya manevi hukukuna yapılan bir saldırı karşısında hoşgörülü olunamaz. Hoşgörüyü tamamen terk etmek zarar olduğu gibi, şahsa veya topluma karşı değişkenlik gösterdiğinin bilinmesi ve bu doğrultuda kullanılması gerektir.
“Tolerans” veya “hoşgörü” diye de ifade edilen ve dinimizde güzel ahlâktan olan müsâmahayı; “dinî esaslardan taviz verip fedakârlık etmek” şeklinde anlamak doğru değildir. Zira hukukullahtan, genelin hakkından taviz vermeye ve müsâmaha göstermeye kişinin hakkı yoktur. Hoşgörü ve müsâmaha, birinin şahsî hatalarını yüzüne vurup utandırmadan, başkalarının yanında onu mahcup etmeden, sabır ve anlayışla kusurunu telafi etmesine imkân sağlamak manasına gelir ki; bu, güzel ahlâktan olup şahsî hukuka bakar.
Nitekim Hazret-i Aişe validemiz, Efendimiz’in müsâmahasını anlatırken şahsî hiçbir mes’elesinden, uğradığı zararlardan dolayı kimseleri incitmediğini, kimseden intikam almaya kalkmadığını belirttikten sonra der ki: “Allah’a ait bir hak ayaklar altında çiğnenirse onu hiç affetmez, hemen o kimseden Allah adına intikam alırdı.”
Bediüzzaman’ın eserlerinde af ve müsâmaha yani anlayış gösterme veya hoş görme, şahsî ve genel olma durumuna göre değerlendirilir. Şahsî haklarda af ve hoşgörü güzel karşılanırken; umumî, geneli ilgilendiren haklarda müsâmaha, zâlime yardım olarak değerlendirilip şöyle ifade edilir:
Bu asırdaki İslam olanların fevkalâde saflığı; dehşetli canileri yüce gönüllülükle hoş görmesi ve binlerce kötülük işleyen ve insanların manevi ve maddi binlerce hukukunu mahveden bir adamdan, küçük bir iyilik görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu şekliyle azın da azı olan kötüler, safdil olanlarla çokmuş gibi gözükerek, çoğunluğun hatasıyla gelen belaların devamına, belki artmasına sebep olur ve “Biz buna müstehakız.” derler.
Hoşgörüyle bakıp affetmek, insanın yalnız kendisine karşı olan suçlarda mümkün olabilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen canilere müsâmaha ile bakmaya hakkı yoktur, hoşgörse, zulme ortak olur.
Demek ki genelin hukukuna ve inanç hükümlerine ait suç veya haklarda müsâmaha, hoşgörü ve af olamaz. Zâlimlerin zulmü hukukta affedilmediği gibi, inançta da küfür cinayetinin hoşgörülemeyeceği kesindir.
Hasmını mağlup etmek isterseni fenalığına karşı iyilikle mukabele et