Emanet, Arapça kökenli bir kelime olup “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak” mânasındaki “emn” masdarından türemiş bir kavramdır. Birine geçici olarak bırakılan ve teslim alınan, kişice korunması gereken eşya, kimse vb. şeylerdir. Bir kimse ile birine gönderilen şey, eşyanın ücret karşılığı geçici bir süre bırakıldığı yer olarak da günlük hayatta kullanılır. Emanet kavramının en önemli kulanım biçimlerinden biri de “emin olmak” tır. Emin, kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı ve başkalarından korkmayan kimse anlamına gelir.
İlginçtir ki, İslam öncesi devirde Mekkeli putperestler, Abdullah’ın oğlu Muhammed (s.a.v.)’e Emin ismini vermişlerdi. O zamanlar henüz 25 yaşlarında, çarşıyı, pazarı, ticareti öylesine etkilemişti ki, bir anda her yerde O’nun adı anılır olmuştu. Peygamberliğinden yıllar önce “Güvenilir Muhammed” olmuştu. O’na bu ismi uygun görenler, sonraları onunla mücadele ettiler. Ama hiçbir zaman ‘hain’, ‘güvenilmez’, ‘aldatan’ demediler, diyemediler. O’nun ölüm kararını verirken bile en değerli eşyalarını O’nun himayesine verdiler.
Bütün insanların yaratılışı tertemizdir. Her insan yaratılış itibarıyla lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm’a en müsait bir hüviyette doğar. İnsanoğlu büyüdükçe çevre ile girilen etkileşim sonucu iyi ve kötü durumlar kişiliğinde yer bulur. Fakat, insanın başta ailesi olmak üzere çevresi ve bulunduğu muhit, o temiz ve lekesiz fıtratı şekillendirmeye başlar. Fıtrat İslam üzere olduğu için, inanan insan, güvenilir olmalı ve aldatmamalı, emin insan olarak anılmalıdır. Hem görünüşü hem ticareti, hem söz ve ahdi ile güvenilir olmalıdır. İnanan insan rüşvetten, haramdan, sahte iş yapmaktan, faizden, başkasının çaresizliğinden faydalanmaz. Çünkü her şeyi burada bırakıp, öteki alemde her şeyden sorgulanacağını bilir, karşısındakine güven verir, itimat telkin eder.
Canın bedende bulunma hâli de emanet olarak kabul edilir. Sahib-i Kainat, insana emanet olarak hayatıyla birlikte, beden, ruh, kalb ve bunların içinde göz, dil, akıl ve hayal gibi görünen ve görünmeyen duyguları vermiştir. Bütün bunların emanet olarak verildiğinin en açık delili, eşsiz bir kıymette olmalarıyla beraber, insanın elinde onları hazır bulmasıdır. Hatta bu duyularından ve cihazlarından herhangi biri fonksiyonunu kaybederse, onu geri kazanabilmek için, elinde bulunan bütün malını ve servetini harcasa yine yetmeyecektir. Meselâ, gözleri görmeyen bir insanın, dünya kadar bir serveti olsa, görebilmek için hepsini feda etmekten geri durmayacağı bir gerçektir. İstisnasız her insan, ya hastalık ve musibetlerle veya ölüm hakikatiyle, hiç beklemediği bir vakitte sahip olduğu her şeyden mecburen ayrılmaktadır. Öyle ise, paha biçilmez değerdeki bu bedenin ve içindekilerin, kendi malı olması mümkün değildir, belki başka birisi tarafından ona verilmiş emanetlerdir.
İnsana verilen emanetin büyüklüğü nispetinde ücreti de yüksektir. Eğer, kendisine verilen emaneti, emaneti verenin razı olacağı şekilde muhafaza eder ve O’nun izin verdiği yerlerde kullanırsa, büyük kârlar elde eder ve edecektir. Eline emanet olarak verilen çok kıymetli malını ve hayatını yok olmaktan kurtarıp, bu hayattan sonra ebedi olarak geri alma hakkı kazanır. Hayatın ağır yükü altındaki sıkıntılardan, üzüntülerden kurtulur hem dünyada hem de âhirette rahat yaşamak mutluluğuna kavuşur.
Allah’ın emanetini geri alacağı zamana kadar emanette emin olabilmek için, O’na hakikî kul ve “asker” olma bilincini her an taşımak gerekir. Yani bir asker gibi, Allah’ın emri ile hareket etmeli, izin verdiği alanlar dışına çıkmamalı ve kusur işleyince, derhal “af dileyip” bağışlanmayı ümit etmelidir.
Güven, bir toplumun iş hayatına, siyasî, sosyal, ekonomik ve benzeri durumlarına bağlı emniyet duygusudur. Güven, aynı zamanda korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusudur. Güvenilir olma, bir değer olarak kişilik özelliklerindendir. Bu değere sahip kişi, kendisi ile etkileşim içinde bulunanlarla, güven duygusunun gerçekleşmesini sağlar.
Emanet ve güven duygusu, yaşanan etkileşimlerle, girişilen ilişkilerle sağlanır. Başkasıyla karşılaşabilmek, yüz yüze gelebilmek, eşyayı ve ideali paylaşabilmek, birlikte var olabilmek emanet ve güven duygusunun karşılıklı olarak yerleşmesi ile sağlanır. Güven, ahlak alanında değerlerin oluşmasına, emanet ahlakının gelişmesine vesile olur. İnsan, sosyal bir varlık olduğuna ve toplum içerisinde yaşadığına göre, karşılanması gereken en temel ihtiyacı güven duygusudur. İnsanların kişisel davranışlarından aile hayatına, hukuka, siyasal ve ekonomik sisteme kadar geniş bir alana sahiptir bu duygu. Toplumların gelişmesinin, kalkınmasının temelinde güven duygusu yatar. Medeniyet güven temeli üzerine kurulur ve ayakta durur. İslam medeniyetini ayakta tutan sütunlardan biri de emanet ve güven duygusudur.
Güven, bütün sosyal ilişkilerin temel harcıdır. Eşler, kardeşler, çocuklarla ebeveyn, işverenle çalışanlar, yöneticilerle yönetilenler, devlet ile fert ve kurumlar arasında işlerin yolunda gitmesi için güven gerekir. İnsan potansiyelini o zaman kullanabilir, güzel duygularını sergileyebilir, yapabileceklerini yapar, yenilikleri dener. Aksi halde ilişkiler mekanikleşir, hayat robotlaşır. Güven duygusunun zayıf olduğu ortamda çalışanların enerjisi dedikodu ve komplo senaryoları ile tüketilir. Buna karşılık yüksek güven, çalışanlar arasında kişilerin potansiyelini ortaya çıkarma ve iş birliğinin doğmasına imkân verir. İnsanların çatışmasız, korkusuz ve kaygısız yaşamaları yine güven duygusu sayesinde mümkün olur. Güven insan ilişkilerinde en zor kurulan ve en kolay yıkılan duygudur.
Müslüman, elinden ve dilinden, diğer insanların zarar görmediği kimsedir