Sadece memleketimizde değil tüm dünyada yaygın bir şekilde görülen bu hastalığa karşı “Fiziksel Mesafe-Maske-Hijyen” şeklinde sıralaması yapılan ve bir manada “fiilî bir dua sayılan” bu şartlara riayet etmekle birlikte Sevgili Peygamberimiz (asm) tarafından emir ve tavsiye buyurulan ve tatbik edilen “Karantina”ya da riayet etmemiz gerekmektedir.
Hz. Ömer(ra) zamanında, Kudüs’ün fethinde üç günde yetmiş bin insanın vefat ettiği veba salgınında “Karantina” uygulaması yapılmıştı.
Karantina uygulanmamış olsaydı belki de bu zayiat kat kat ziyadeleşecekti.
Gelelim bu karantina tedbiriyle alakalı olarak yirmi sekiz senelik işkenceli bir sürgün ve hapis hayatı çeken büyük Üstad Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin “inziva ve tecerrüd” meselesine…
Bu hastalık sürecinde daha ziyade evlerimizde kalma (gerek karantina sebebiyle ve gerekse şahsi tedbir manasında) durumu ile karşı karşıyayız ve bu süreçte insanlarla ihtilat ve görüşmekten, onlarla bir arada olmaktan ve kaynaşmaktan men’edilen, kapısı hem içeriden hem de dışarıdan kilitlenen Bediüzzaman hazretlerinin neler çektiğini daha iyi anlama fırsatı elde etmiş oluyoruz.
Üstad Hazretleri uzun süren bu tecrid ve inziva sürecini çok güzel ve verimli bir şekilde değerlendirmiş ve tabiri caiz ise krizleri fırsatlara dönüştürmüştür biiznillah.
Bakınız bununla alakalı olarak birkaç cümle paylaşmak istiyorum:
“….ehl-i dünya, dünyalarına karışabilecek bütün nüfuzlu ve kuvvetli rüesaları ve şeyhleri kasabalarda ve şehirlerde bırakıp akrabalarıyla beraber herkesle görüşmeye izin verdikleri halde beni zulmen tecrid etti, bir köye gönderdi.
Hiç akraba ve hemşehrilerimi- bir iki tanesi müstesna olmak üzere- yanıma gelmeye izin vermedi. Benim Hâlık-ı Rahîm’im o tecridi benim hakkımda bir azîm rahmete çevirdi.
Zihnimi safî bırakıp gıll u gıştan âzade olarak Kur’an-ı Hakîm’in feyzini olduğu gibi almağa vesile etti. Hem ehl-i dünya bidayette iki sene zarfında iki âdi mektub yazdığımı çok gördü.
Hattâ şimdi bile on veya yirmi günde veya bir ayda bir iki misafirin sırf âhiret için yanıma gelmesini hoş görmediler, bana zulmettiler. Benim Rabb-i Rahîm’im ve Hâlık-ı Hakîm’im o zulmü bana merhamete çevirdi ki doksan sene manevî bir ömrü kazandıracak şu şuhur-u selâsede, beni bir halvet-i mergubeye ve bir uzlet-i makbuleye koymağa çevirdi. “Elhamdülillahi alâküllihal” İşte hal ve istirahatim böyle…” (Mektubat – 46)
Bakınız yalnızlaştırılmasına, akraba, hemşehri vb. insanlarla görüşmekten men’ edilmesine üzülmüyor. Bu hadiseyi nasıl okuyor: “… zihninin gıll u gıştan azade olarak” yani gereksiz şeylerden soyutlanarak Kur’an’dan gelen feyzin kalb-i mübareğine olduğu gibi aksettiğini belirtiyor.
Bu vesileyle o sürecin mübarek 3 ayları daha verimli bir şekilde değerlendirmesine vesile olduğunu ifade ediyor.
Bizler de gerek karantina vesilesiyle gerekse bireysel anlamdaki tedbir manasında evlerimizde kalıyorsak bu süreçleri iyi ve verimli bir şekilde değerlendirmeliyiz. Kaza namazlarımız varsa onları kılabiliriz. Kur’an okumada eksiklerimiz varsa onları tamamlayabiliriz. Mükemmel bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’u daha ziyade okuyarak veya yazarak meşgul olabiliriz.
Aile içi bağlarımızı daha ziyade kuvvetlendirebiliriz. Üstad Hazretleri’nin Emirdağ Lahikası’nda emir ve tavsiye buyurduğu gibi en azından her gün 15 dakika bile olsa nurlarla iştigal edebiliriz. Zaten şu anda bundan çok daha fazla boş vaktimiz de vardır.
Boş vakitleri değerlendirmek hususunda Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin şöyle güzel bir tavsiyesi vardır:
“Biz dahi hem dünyamıza hem istikbalimize hem âhiretimize hem vatanımıza hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikamet yolunu takip edip boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’an’dan bildiğimiz sureleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek… ” (Şualar – 201)
Ve kendisinin zulmen mecbur bırakıldığı inziva meselesi hakkında şunu da söylemektedir:
“Zâten sebeb-i tehcir olan hâdiseyi çıkaranlar şimdi memleketlerindedirler. Ve kuvvetli rüesalar, aşairlerin başındadırlar. Herkes terhis edildi. Başlarını yesin dünyalarıyla alâkam olmadığı halde beni ve iki zât-ı âheri müstesna bıraktılar. Buna da peki dedim.
Fakat o zâtlardan birisi bir yere müftü nasbolunmuş; memleketinden başka her tarafı geziyor ve Ankara’ya da gidiyor.
Diğeri İstanbul’da kırk binler hemşehrileri içinde ve herkesle görüşebilir bir vaziyette bırakılmış. Halbuki bu iki zât benim gibi kimsesiz yalnız değiller. Mâşallah büyük nüfuzları var. Hem… Hem…
Halbuki beni bir köye sokmuşlar en vicdansız insanlarla beni sıkıştırmışlar. Yirmi dakikalık bir köye altı senede iki defa gidebildiğim gibi o köye gitmek ve birkaç gün tebdil-i hava için ruhsat verilmediği bir derecede beni muzaaf bir istibdad altında eziyorlar. Halbuki bir hükûmet ne şekilde olursa olsun kanunu bir olur. Köyler ve şahıslara göre ayrı ayrı kanun olmaz. Demek hakkımdaki kanun kanunsuzluktur.
Buradaki memurlar nüfuz-u hükûmeti ağraz-ı şahsiyede istimal ediyorlar. Fakat Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e yüzbinler şükür ediyorum ve tahdis-i nimet suretinde derim ki:
Bütün onların bu tazyikat ve istibdadları envâr-ı Kur’aniyeyi ışıklandıran gayret ve himmet ateşine odun parçaları hükmüne geçiyor, iş’al ediyor, parlatıyor.
Ve o tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat eden o envâr-ı Kur’aniye Barla yerine bu vilayeti, belki ekser memleketi bir medrese hükmüne getirdi. Onlar beni bir köyde mahpus zannediyor.
Zındıkların rağmına olarak bilakis Barla kürsî-i ders olup Isparta gibi çok yerler medrese hükmüne geçti…”
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى (Mektubat – 363)
Son olarak şunu söyleyerek bitirmek istiyorum:
Bakınız, Üstad Bediüzzaman Said Nursî hazretleri diyor ki: “O ehl-i dünyanın bana verdikleri sıkıntılar, kısıtlama ve kayıtlar Kur’an nurlarını ışıklandıran himmet ve gayretime odunlar hükmüne geçti!”
Yani baskı ve yasaklar arttıkça inziva hali devam ettikçe Üstad Hazretleri bilakis daha fazla gayrete geliyor ve daha ziyade faaliyet gösteriyor ve telifatından geri kalmıyor!!!
Bizler de bu süreci çok iyi okumalı en güzel bir şekilde değerlendirmeli ve kendimizi Ashab-ı Kehf Efendilerimiz gibi veya eskiden mağaralara kapanan münzevi salihler gibi veya uzunca bir itikâfa girmiş kimseler gibi görmeliyiz.
Rabbim muazzez üstadımızın göstermiş olduğu büyük sabır ve tahammülün hiç olmazsa bir nebzesini şu sıkıntılı süreçte gösterebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin.
Allah’a emanet olunuz…
Sinan YAMAN
Araştırmacı Yazar